Sinekli Hikaye - 5

Karmakarışık yemyeşil yapraklar, her yandalar. Koyu yeşil…kopkoyu bir yeşil... Açık yeşil diye bir renk tanımı, sanki bu bahçeden içeri hiç adım atmamış... Yürüyüş yolundaki taşlar hiç basılmamış gibi tertemiz. Hiç yağmur yağmamış bu ülkeye… Hiç çamura dönmemiş toprak. Hiç mantarı, yosunu yok bu ağaçların. Hiçbir isim kazınmamış gövdelerine. Hiç çiçek açmamış, hiç tohum vermemiş gibi. Ruhsuz, cansız, mazisiz. Hiç rüzgar da yok… Çok sıcak da değil…ter kokusu sinmemiş hiç bir yere... Ses, soluk hiçbir şey yok. Nefes almıyor bu tablo. Kımıldamıyor gölgeler. Sanki…zaman durmuş. Ne düşünürsen, o olur anlardan biri işte. 

Öylesi bir anki… Şuradan bir kız çocuğu çıkıverecek sanki 12 yaşlarında… Kirli blucini yırtılmış, tişortunun bir kolu yok. Gözlüğü kırılmış, saçları darmadağınık… Yüzü, sanki birkaç saat önce 10 yaş ihtiyarlamış gibi panik çizgilerinde… Belli ki dudaklarını saatlerden beri ısırmakta bilinçsizce. 

Yanağındaki kan izi kendi yarasından değil. Ellerini seyretmekte yürürken. Dalgın..şaşkın..ürkek,  ama korku değil yüreğini sıkan. Kafasının üzerinde, kıvırcık saçlarının oporta yerine kocaman bir soru işareti yerleşmiş...taşımakta zorlandığı besbelli, ama başını dik tutmaya çalıştığı açıkça görülüyor… Belki de az önce yemin etti... Üzerinden zorlukla iterek, ağırlığından kurtulduğu, tanıdık olmayan cansız bir gövdenin açık gözlerine bakarak, bugünü asla unutmayacağına… Belki de o gövdeye teşekkür etti, kurşunun kahpesine siper olduğu için. Belki de bu yüzden gözyaşı yok yanaklarında. Belki de bu yüzden, hayatı borçlu yaşadığını düşünecek hep. Henüz bilmediği bir amaç uğruna canından olanların; kim, ne olduklarını, neden kurşun askerler gibi oyun oynarcasına tarandıklarını, karşı tarafın tetik çeken ellerinin neden hiç titremediğini…daha sorgulamaya başlamamış olsa bile…besbelli ki sorgulayacak yaşam boyu. 

Yıllarca dondurma paralarını toplayarak satın aldığı kitapları olacak okuyp öğrendikleri… Anlayıp kabullendikleri…anlamayıp sorguladıkları…sorgulayıp reddettikleri…reddedip kabullendikleri… Bilerek unuttukları, unutup hatırladıkları, hatırlamak zorunda kaldıkları… Hatırlamak zorunda kalıp sonsuza kadar unutacağı…o kadar çok şeyi olacak ki bu günle başlayan... Belki de bu yüzden ağlamadı…belki ağlamayı hiç düşünmedi bile… Ağlamayı istememiş de olabilir… Bu zayıflığı, bugünün karmaşasına, çıkmazlarına, açmazlarına ve haksızlıklarına uygun görmemiş olabilir. Bugünle ilgili, bugüne düğümlenen, bugünle sarmaşdolaş, o kadar çok günü olacak ki, ağlamaktan daha başka işlere soyunduğu… İşte bu yüzden, o sadece, çocuk ruhunun yarım kalmış bayram günü töreninin yaşanamamışlığının şaşkınlığı içinde…  Sevinç, merak, tutku ve içsel bir çağrı ile komşu abilerin peşine takılmayı  başardığının hazzını sindiremeden içine… Kutlayamadan bu bayrama katılmak için ailesinden izin alabilme başarısını ve bu bayramın ne bayramı olup, ne için, nasıl kutlandığını meydanlarda gözleyemeden…yazamadan hatıra defterine bu günün anılarını… Bugün...birdenbire kafasının içine kazınıvermiş kanlı harflerle hiç silinmemecesine. Yırtık blucini, tek kollu tişortu ile o şimdi…zamanın durduğu bu bahçede sessizce yürüyor gibi. Onun yürüdüğünü; derin düşüncelere dalmış olduğunu, büyümüş gözlerinde şekillenen geleceği, gelecekteki kafa yapısını, kucaklayacağı değerleri, vereceği savaş doğrultusunda sürdüreceği yaşamını…rahatça düşleyebileceğimiz…o ender anlardan biri bu. Zamanın durduğu, yaprak kımıldamadığı, hangi anı düşlersen o anı yaşayabileceğin…kara delik misali zamansız bir an bu. 

Önüne, elleriyle havuç beslediği kırmızı gözlü tavşan çıkmalı ansızın. Eğilmeli yere bu kız çocuğu, tavşanı okşamalı kanlı elleriyle...bembeyaz tüyler kızıla boyanmalı, ilk kez konuşmalı kız saatler sonra… 

- Afedersin tavşan kardeş…leke sürdüm alnına…bağışla…Taksim’ den geliyorum! 

Konuşulunca bozulurmuş sihir…uçup gitmiş gibi sessizlik tümüyle. Yok olmuş evrenin zamana açtığı kara delik. Hışırdamada yapraklar...rüzgar çıkmış gibi…geri dönmeli artık. Korku dolu binanın ilaç bile kokmayan ruhsuz koridorlarına… 

- Dönelim vızvız…az sonra sevda çöker ekranlara… 1 saat  sonra oradayım demişti…Dönelim…